BLOG YAZAR

Bugün sizlere online ders imkanı Sunan ZOOM Programında Ücretsiz Zoom Breakout özelliğinin nasıl aktif edileceğini ve kullanılacağını anlatmaya çalışacağım. Eğitim Öğretim ortamlarında içeriğin öğrencilere aktarılma süreci son derece önemlidir. Zoom Programı bu içeriklerin aktarılmasnda pandemi sürecinde en çok kullanılan program olarak dikkat çekmektedir. İçeriklerin aktarılmasında öğrencilerin grup çalışması yapmaları onların daha kolay öğrendiklerini göstermektedir. Yapılandırmacı öğrenme yaklaşıma uygun olarak hazırlanan grup çalışması ve uygulanan etkinliklerin öğrencilerin bilgi eksikliklerini ve kavram yanılgılarını gidermede, geleneksel öğretim yöntemine göre daha etkili olduğu belirlenmiştir (Akgün, A., & Aydın, M. (2009). Uzaktan eğitim sürecinde gerek ücretsiz olması ve kolay bir ara yüze sahip olması gerekse EBA ile entegrasyonun sağlanması nedeniyle en çok kullanılan programın ZOOM olduğu görülmektedir. Daha çok öğrencilerin pasif dinleyici konumunda derslerin işlendiği bu platformda öğrencileri gruplandırarak onların akranları ile ortak çalışmalar yapmasını sağlayabiliriz.

Bilginin hıza arttığı ve mevcut bilgilerin yarılanma ömürlerinin gittikçe kısaldığı günümüz dünyasında eğitime dair birçok alanda hızlı değişimleri gerçekleştiğine şahit olmaktayız. Pandemi süreci ile hiç alışık olmadığımız bir şekilde uzaktan eğitim, online eğitim, senkron ve asenkron dersler gibi kavramları sıkça duymaya başladık. Aslında uzaktan eğitimin tarihi 17 yy. sonlarına denk uzanmaktadır. Dünyada posta sisteminin gelişmesi ile mektup yolu ile uzaktan eğitim çalışmaları yapılmaya çalışılmıştır. Uzaktan eğitim, kökleri günümüzden yaklaşık üç asır öncesine kadar uzanan disiplinler arası bir alandır. Dünyada ilk uzaktan eğitim uygulaması yapıldıktan yaklaşık iki asır sonra Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve uzaktan eğitim düşüncesi zaman içerisinde ülkemizde de gündeme gelmiştir (Bozkurt, A. 2017).

Bu yazımda milyonlarca kişinin indirip çeşitli platformlarda oynadığı Minecraft oyunun education edition versiyonunu nasıl bilgisayarınıza kuracağınızdan bahsedeceğim. İsveçli geliştirici Markus “Notch” Persson tarafından geliştirilen Minecraft oyunu, 2011 yılında Mojang tarafından yayınlanmaya devam etmiş ve ardından 2014 yılında Microsoft tarafından satın alınmış bir oyundur. Küpler ile çeşitli tasarımlar yaparak yeni dünyalar oluşturabildiğiniz oyun Microsoft’un gölgesinde son derece popüler oldu. Son yıllarda eğitim alanında da adından sıkça söz ettiren oyun bugünlerde education edition sürümünün ücretsiz olarak indirilebilmesi ile yine gündemde kalmayı başardı.

Okulların uzaktan eğitime devam ettiği şu günlerde Minecraft: eğitim sürümü’nün “Çok Katılımcı Modu” ve “Öğretim Tasarımı Araçlarını” kullanan 100’den fazla örnek ders planı ve proje fikirleri ile, öğrencilerinizin evlerinden eğlenceli ve etkin bir şekilde öğrenmelerini sağlayabilmek üzere bir eğitim kiti sundu Minecraft education edition sürümü 20 Haziran 2020 tarihine kadar Microsoft okul hesabı sahipleri için ücretsiz olarak indirilebilecek. Bunun için ilk yapmanız gereken bir office365 okul hesabı sahibi olmanız

grafiktablet 1 - BLOG YAZAR

Bu yazımda sizlere Milli Eğitim Bakanlığının her öğrencimizin en iyi eğitime kavuşması, en kaliteli eğitim içeriklerine ulaşması ve eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması için “Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi” (FATİH) Projesi kapsamında dağıtılan tabletleri ve kalemlerini kullanarak tabletimizi nasıl grafik tablet haline getirebileceğimizden bahsedeceğim.

Uzaktan eğitim sürecinin devam ettiği bu günlerde öğrencilere ders anlatırken yer yer beyaz tahta uygulamalarını kullanıyoruz. Gerek soru çözümü yaparken gerekse çeşitli kazanımları öğrencilere vermek adına çizimler yapmamız gerekebiliyor. Bu süreçte bizi en çok zorlayan şeylerin başında fareyi kalem gibi kullanamamak gelmektedir. İşte tam bu noktada ihtiyaç hissettiğimiz şey grafik tabletler oluyor.

evdeekmek 1 - BLOG YAZAR

Sümer’lerden Mısırlılara, Roma’lılardan günümüze ekmek hep tarih sahnesinde var olmuştur. Bilim insanlarına göre sekiz bin yıl öncesinden beri insanoğlu ekmek yapmaya devam etmektedir. Sümer kil tabletlerin çözümlenmesi ile bir öğretmenin anılarını çivi yazısı ile tablete işlediği anlaşılan. Sümer’li Ludingirra’ nın hikayelerinde bile ekmek soğan ile birlikte konu olmuştur.  Un, su, tuz ve mayanın belirli oranda birleşip yoğurulması ile ortaya çıkan hamura çeşitli şekiller verilerek üretilen ekmek Müslümanlar için kutsal bir yiyecek sayılmıştır. Yere atılması, ekmek ufaklarını çiğnemek günah olarak görülmektedir. Hatta üzerine onlarca söz söylenmiştir. “Ekmek Kuran hakkı için”, “ekmek parası”, “ekmek aslanın ağzında” vb. örnekleri çoğaltabiliriz. Ekmek aynı zamanda aşk şiirlerine de konu olmuştur. Ne demiş şair” ben senin en çok sesini sevdim, buğulu çoğu zaman taze bir ekmek gibi”. Evet bu kadar önemli bir besin kaynağının önemini evlerde kaldığımız şu günlerde daha da çok anlamış olduk. Karantina sürecinde dışarıya daha az çıkma adına birçok kişi kendi ekmeğini kendi yapmaya başladı. Ben de bu yazımda evde ekmek yapımına dair bilgiler vereceğim. Baba mesleğim fırıncılık olduğu için ekmek yapmak beni çocukluğuma götürüyor ve evde ekmek yaparken çocukluk anılarımı tazeliyorum diyebilirim.

Sütlü ekmeği sevdiğim için size sütlü ekmek nasıl yapılır bunun tarifini vereceğim; Baştan söyleyeyim ekmek yapımı yoğun bilimsel süreç becerileri gerektirmektedir. Bu süreç; gözlemleme, sınıflama, ölçme (kaç gr un? hangi malzemeler? ), sayı ve uzay ilişkileri kurma (üç ekmek çıkması için ne kadar malzeme kullanmalıyım?), önceden kestirme (Una katacağım su miktarı ne kadar olmalı?), verileri kaydetme (bir sonraki yapım için malzemeleri yazma), verileri kullanma (hamurun yapım aşaması) ve model oluşturma( şekil verme), verileri yorumlama, sonuç çıkarma, değişkenleri belirleme (Bağımlı değişken lezzetli ekmek), değişkenleri değiştirme (bağımsız değişken un çeşidi, unun cinsi vb.) ve kontrol etme, hipotez kurma ve deney yapma (sürecin kendi ) becerilerini içerir.

Malzemeler;

  • 6 Bardak un
  • 1.5 Su bardağı su (unun özelliğine göre miktar değişebilir, kontrollü kullanmakta fayda var)
  • Çeyrek yaş maya (üzerinde kaç kg una ne kadar kullanılacağı yazar)
  • 1 Çay bardağı süt
  • 1 Tatlı kaşığı tuz

Kendi ekşi mayamı yaptığım için maya yerine bir su bardağı ekşi maya kullanıyorum. Unu da gözümle gördüğüm buğdayı değirmende çektirerek elde ediyorum. Öncelikle derin bir kaba unumuzu koyup ortasını hafif elimizle açıyoruz, daha sonra suda daha önce çözdüğümüz yaş mayayı bu kısmın ortasına döküyoruz. Mayanın suda çözünüp bekletilmesi aktif hale gelmesi açısından önemli. Vaktiniz yoksa siz direkt unun içerisine de mayayı atabilirsiniz. Ardından sütümüzü ilave ediyoruz. Daha sonra tuzumuzu ilave ediyoruz, bir spatula yardımı ile karıştırmaya başlıyoruz. (Tuzu maya ile ne kadar geç buluşturursak o kadar iyi aslında, ben çoğu zaman tuzu hamurun kıvama gelmesine yakın döküyorum) Önce spatula ile karıştırmak ellerinize daha az hamurun yapışması demek.

Ekmek yapımı tamamen bilimsel bir süreçten ibarettir. Buğday unu ile suyu veya sütü buluşturduğumuz anda undaki glüten proteinleri çözülmeye başlar ve bu çözünme neticesinde proteinler birbirlerine bağlanmaya başlar. Zamanla glüten dizeleri birer ağ oluşturarak hamurun bir arada durmasını sağlar. Maya ise bu süreçte hamurun içerisinde karbondioksit üreterek esnek yapı bünyesinde baloncuklar oluşturur. Bu baloncuklar bekledikçe hacmini artırdığı içinde hamur kabarmaya başlar.  Hamura kıvam vermek için yoğurma aşamasında bıçak ile kesikler atarsanız içerisine giren hava miktarını arttırmış olursunuz, ayrıca glüten yapının da daha kolay bağlanmasını sağlamış olursunuz. Kulak memesi kıvamına gelmiş ve bıçak kesiği attığınızda süngerimsi bir görüntü oluşturan hamur artık dinlenmeye alınabilir. Bu unun yapısına göre kırk dakika ile iki saat arasında değişebilir. Ben doğal un kullandığım için iki saat kadar ön dinlenmeye bırakıyorum.  Ön dinlenme sonunda kabarmış hamuru yapacağım ekmek türüne göre şekillendiriyorum, somun ekmek yapacaksam fitil, yuvarlak ekmek yapacaksam da beze dediğimiz şekli veriyorum. Şekli verirken hamuru çok yıpratmamak gerek, bu ekmeğinizin kabarması için önemli bir ayrıntı. Bu aşamadan sonra ekmeklerimizi son dinlenme sürecine bırakıyoruz. Bu süreç daha öncede belirttiğim üzere unun özelliğine göre değişmekte. Ben genellikle yarım saat daha dinlendiriyorum. Şekil verip dinlendirdiğimiz hamurlara artık parlak olması için “haşıl” sürebilirsiniz. Biz fırında çalışırken haşılı unun üzerine sıcak su döküp hafif ısıtarak yapardık. Ama siz yoğurt ile de aynı işlemi yapabilirsiniz. Yoğurt sürüp parlak olmasını sağladığımız hamurun üzerine keskin bir bıçak veya jilet yardımı ile bir çizik atmanız gerekmektedir.  Rivayetlere göre, Orhan Gazi bu konuda bir ferman bile yayımlatmıştır. Merak ettiyseniz basit bir literatür taraması ile bulabilirsiniz.

Evet artık pişirme aşamasına geçebiliriz. Burada size bir tüyo daha vereyim. Fırını önceden 220-250 derece sıcaklığa getirirken içerisine metal bir kap ile su koymanız. Fırıncılar bu işleme “islim vermek” derler her fırının içerisinde bulunan metal borulara su doldurularak islim verilir ve ekmeğin dış kabuğunun daha çıtır ve daha canlı renkte olması sağlanır. Önceden ısıttığınız fırına yağlı kâğıt serilmiş tepside hazırladığınız ekmekleri artık fırına verebilirsiniz. İlk yirmi dakika yüksek sıcaklıkta pişirdiğiniz ekmekleri fırının durumuna göre sıcaklığı düşürerek daha çıtır kıvamda olmasını sağlayabilirsiniz. Her fırının özelliğine göre değişkenlik gösteren bu durumu ancak deneme yanılma yoluyla çözeceğinizi de belirtmek isterim. Size yazının başında demiştim ekmek pişirmek bilimsel bir süreçtir. Hipotezlerini kurup bu hipotezleri zamanla test etmeniz sizin en iyi sonucu almanıza vesile olacaktır. Sevdiklerinizle sağlıklı ve mutlu günlerde bereketli bir şekilde tüketmeniz dileğiyle. Esen kalın.

corona - BLOG YAZAR

Çin’deki bir hayvan pazarından kısa sürede tüm dünyaya yayılan SARS-COV-2 isimli virüsün neden olduğu Covid-19 pandemisi aslında bizlere birçok şeyi sorgulattı. Dünya devi dediğimiz, ülkelerin maske bulmak adına bir birlerinin yardım malzemelerine el koyduklarını gördük, ve yine anladık ki teknolojiyi ne kadar geliştirirsek geliştirelim sağlık olmadığı müddetçe hiçbir şeyin değerinin olmadığını anladık. Atalarımız boşuna mı demiş “her şeyin başı sağlıktır” diye..

Atalarımız demişken korona salgını ile 65 yaş üstünün sokağa çıkma yasağı ile bir nevi koruma altına alındığına şahit olduk, bazı gençler bu durumu yanlış anlayarak sanki onlar virüs yayan kişilermiş gibi davranarak onları rencide ettiler. Ama sonraları onlara da sokağa çıkma yasağı getirilince sanırım EMPATİ kurdular ve aslında büyüklere karşı saygının, onların birer değer olduğunun bilincine vardılar. Aslında korona insan oğluna değerlerine sahip çık mesajını en etkili bir şekilde verdi diye düşünüyorum.

Doğa sevgisi, insana sevgisi, hayvan sevgisi, empati kurmak, büyüklere saygı, küçüklere sevgi, hasta olanlara hoşgörü, sorumluluk, adil olma, cesaret liderlik, vatanseverlik, temizlik, aile birliğine önem, şefkat, merhamet, paylaşımcı olmak ve fedakarlık ve daha bir çok değeri bu süreçte sanki yaşadık. Aslında okullarımızda değerler eğitimi köşeleri, değerler eğitimi panoları ile vermeye çalıştığımız bir eğitimi bize küçücük gözle görülemeyen, konak hücre dışında canlı olarak bile kabul edilmeyen bir yapının öğretmiş olması son derece manidar geliyor bana.

İnsanların evde kalması ve birçok fabrikanın üretimini durdurması ile dünya genelinde karbon salınımının azaldığı, hava kirliliği parametrelerinin olumlu yönde değiştiğini duyuyoruz okuyoruz. Doğa bize görülmeyen bir yapı ile mesajlar verdi, vermeye de devam ediyor. Eğer insan oğlu yüz yıllardır beni çok yıprattın, beni çok zorladın, dayanıyorum ama artık sabrım kalmıyor diyerek kendinden bizleri mahrum bıraktı, Büyüklerimizi ellerini öpmekten, küçüklerin yanaklarını sıkmaktan, özel günlerde sarılmaktan, sevdiklerimizle kucaklaşmaktan mahrum ederek, DEĞERİNİZİ bilin mesajı verdi. Yine sosyal mesafeyi koruyun ama mesafe uzak olsa da gönüllerinizi bir edin dedi, Sevdiklerimizle, ailemizle ne kadar çok zaman geçirmeye başladık , onlara yeri geldi fedakarlık yaptık, yirmi dört saat aynı ortamda bulunarak yeri geldi hoşgörülü davrandık, Evlerimizi ellerimizi aşırı da olsa daha da çok temizlemeye başladık, ev içerisinde daha çok sorumluluk aldık, yardımlaştık.

Erkekler evde yaptıkları hamur işlerini sosyal medyada paylaşmaktan çekinmeyerek bir cesaret örneği sergilediler 🙂 daha paylaşımcı olduk, hasta olanlarla üzüldük, ölenlere dua ettik, iyileşenler için sevindik. Evde çocuklarımız ile vakit geçirirken unutulmaya yüz tutmuş oyunları yeniden hatırladık ve kültürel değerlerimize sahip çıktık. Misafirperver olamadık ama online ortamların da aslında ne kadar etkili kullanılabileceğini öğrendik. En gencinden en yaşlısına teknolojiyi kullanabilme becerisinin önemini farkettik. 23 Nisan gecesi ellerimizde bayraklarımız ile balkonlara koştuk, vatan sevgimizi haykıra haykıra belli ettik. Tüm bunları yaparken kimse bize bu değer başlıklarını okumadı, anlatmadı, içimizden geldiğince yaşadık, yaptık. Değerler içimizde, çünkü insan Erdem fıtratı üzerine dünyaya geliyor, erdemli insan olmak için değerlerine sahip bireyler olmalıyız. Aslında korona vürüs bizlere erdem’ in ne olduğunu ve erdemin değerden daha üst bir biliş olduğunu gösterdi. En büyük erdemlerden bir tanesi cesaret; bu süreçte sağlık çalışanlarımızın, güvenlik güçlerimizin, eğitimcilerin ne kadar erdemli olduğunu yaptıkları cesurca işlerde gördük. Cesaretin aslında korkmadan bir şey yapmak değil de korktuğu halde insanı var etmek için yapılanlar olduğunu bizlere gösterdikleri için onlara tekrar teşekkür etmek istiyorum.

Birçok uzmanın da söylediği üzere, artık çok şey değişecek, bu değişimi daha erdemli ve değerlerini özümsemiş bireyler olarak önce kendimizin başlatması gerekiyor. Değişen ve gelişen insani değerler ile dünya daha da yaşanılası bir yer olacak eminim. Bu süreçte, yeni şehir yapılanmaları, daha az kalabalık şehirler, yatay mimari, köy hayatına dönüş, evde çalışma, uzaktan öğrenme ve öğretme, daha farklı sağlık sistemi yapılanması, daha dijital bir yaşam ve daha bir çok şey hayatımızdaki değişimlerin habercisi olacak gibi. Değişimin olması kaçınılmaz, bu değişimin bizim kültürümüzle yoğrulup, mayalanması yeni dünya düzeninde söz sahibi olmamızın en önemli anahtarlarından birisi olacaktır.

kitap - BLOG YAZAR

İnsan varolduğundan beri sorgulayan, araştıran, bulan ya da bulmaya çalışan bir canlı olmuştur. İnsanlığın bu kadar gelişmesinde şüphesiz öğrenme isteği yatmaktadır. Günümüzde, “Öğrenmeyi Öğrenme” kavramının çok kullanılır olması çağımızın gereksinimlerinden kaynaklanmaktadır. Her üç saniyede yeni bir bilginin üretildiği ve dört yılda mevcut bilgilerin yarılandığı bu çağda, bilim ve teknoloji toplumlarının varlıklarını sürdürmeye devam edecekleri inkâr edilemez bir gerçektir.

Gelin isterseniz ülkemiz de dâhil olmak üzere dünyada kişi başına düşen kitap oranları ile ortalama yaşam sürelerine bir göz atalım.

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, Türkiye’de ortalama yaşam süresi 62.9 yıl. Ortalama yaşam süresinde Türkiye, Dünya Sağlık Örgütü’ne üye 191 ülke içerisinde 73’üncü sırada yer alıyor. Japonya, ortalama ömrün en uzun olduğu ülke konumunda. Japonlar’ın ortalama yaşam süresi 81.25 yılı buluyor. Japonya’yı 80,51 ile isviçre, 80.50  yılla Avustralya, 79,73 yılla Fransa, 73 yılla İsveç ve 72.8 yılla da İspanya izliyor. Bunların dışında 19 ülkede ortalama ömür 70 yılın üzerinde.

Görüldüğü gibi ülkemiz ortalama yaş sıralamasında bir çok ülkenin gerisinde bulunuyor.

 Okumayla bunların ne alakası var dediğinizi duyar gibiyim. Gelin şimdi bir de yukarıda saydığım ülkelerden Japonya ve İsviçre’nin okuma karnesine bir göz atalım.

Ortalama yaşam süresinin 81.25 olduğuJaponya’da yılda 4 milyar 200 milyon kitap basılıyor. Türkiye’de sadece 23 milyon. Japonya’da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25, İsviçrede kişi başına düşen kitap sayısı yılda  ortalama 10 Türkiye’ de ise yılda 6 kişiye bir kitap düşüyor


Japonya’da toplumun % 14’ü düzenli kitap okurken, Türkiye’de durum % 0, 01 yani on binde bir. Ortalama yaşam süresinin 80.51 olduğu İsviçre’de bir İsviçreli yılda ortalama 10 kitap okuyor ve İsviçre’de bilim ve teknoloji de  ilerlemiş durumda.

Ortalama yaşam süresinin 79.73 olduğu Fransa’da bir Fransız yılda ortalama 7 kitap okuyor ve Fransa, bilim ve teknolojide dünya sıralamasında üst sıralarda yer alıyor. Aynı şekilde Avustralya ve İsveçin de okuma karnesi yüksek ve bu iki ülke de bilim ve teknolojide söz sahibi. Japonlar şu an dünyanın teknoloji devleri arasında bir numara olarak görünüyor. Gazete ve dergilerde en akıllı robotları, en gelişmiş bilgisayarları yapanların Japonlar olduğunu duyuyorsunuzdur. Şimdi yine soruyorum sizlere; “Sizce bu saydığımız ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin kitap okuma oranlarının yüksek olmasıyla bir alakası var mı?  İsterseniz bu sorunun cevabını bir de Afrika ülkelerindeki duruma bakarak yanıtlamaya çalışalım

Sierra Leone, 25.9 yılla ortalama ömrün en az olduğu ülke. Nijer 29.1 yılla, Malawi 29.4 yılla, Zambia 30.3 yılla, Botswana da 32.3 yılla ortalama yaşam süresinin en az olduğu ülkeler arasında yer alıyor. Afrika bilim ve teknolojide çok gerilerde, yaşam şartları zor, ülkelerin çoğunda iç savaş oldu ve hala da oluyor.

Evet gördüğünüz gibi ülkelerin kitap okuma oranları ile ortalama yaşam süreleri ve teknolojideki gelişmişlik düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki var. Hatta diyebiliriz ki ülkelerin okuma oranları arttıkça o ülkedeki refah seviyesi de artıyor.

Özet olarak şunu söylemeliyim ki; adını burada andığım ülkelerin dışında daha bir çok ülkenin kitap okuma oranı, ortalama yaşam süreleri ve teknolojilerini inceledim ve hepsinde şunu gördüm:

Okuyan milletler hem uzun ve sağlıklı yaşıyor; hem de teknolojide ilerliyorlar. Biz de bu durumun farkına varıp, toplumu oluşturan bireyler olarak elimizden geldiğince çok okumalıyız. İnanıyorum ki bu sayede Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük hayali olan muassır medeniyetler seviyesine ulaşacağız. Kalın sağlıcakla…

Kitaplar insanların yolunu aydınlatır. (Çin Atasözü)